Enerji Hukuku ve Arabuluculuk

Enerji uyuşmazlıkları, maalesef Adli veya İdari Yargı noktasında alanın uzman bilirkişilerinin ve yine Enerji Hukuku alanında ihtisaslaşmış Adli Hakimlerimizin olmaması nedeniyle, davalar yıllarca Adli Yargıda sürmektedir. Bu nedenle Enerji Hukuku ile bağlantılı gerek Adli gerekse İdari Nitelikteki uyuşmazlıkların nitelikleri gereği arabuluculuk başta olmak üzere alternatif uyuşmazlık yolları ile çözümlenmesi tarafların menfaatine olduğu kanaatindeyiz. Gerek enerji sektörünün dinamik yapısı nedeniyle uyuşmazlıkların hızlı şekilde çözümlenmesine duyulan ihtiyaç, gerek “ticari sır” kavramının arabuluculuktaki gizlilik ilkesi ile güvence altına alınması gibi hususlar enerji uyuşmazlıklarında arabuluculuğu değerli hale getirmektedir.

Enerji sektöründe tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebildikleri özel hukuka tabi olan iş ve işlemlerin hacmi ve niteliği göz önüne alındığında, arabulucuların bu alandaki uzmanlıkları uyuşmazlıkların çözümünü de kolaylaştıracak ve arttıracaktır. Ayrıca elektrik ve doğal gaz gibi hizmetlerden yararlanan tüketiciler için daha özel nitelikteki hukuki düzenlemeler de yine tüketici mevzuatı açısından ayrı bir uzmanlığı gerektirmektedir.

Türkiye enerji sektörü 2001 yılında köklü bir yapısal değişime uğramıştır. Mali açıdan güçlü, istikrarlı, şeffaf ve rekabetçi bir enerji piyasasının hedeflendiği bu yeni dönemde enerji piyasası, yapılan yasal düzenlemeler ile yeniden şekillenmiş ve Elektrik Piyasası Kanunu, Doğal Gaz Piyasası Kanunu, Petrol Piyasası Kanunu gibi enerji piyasasını düzenleyen yasalar yürürlüğe girmiştir. Enerji sektöründe tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebildikleri özel hukuka tabi olan iş ve işlemlerin hacmi ve niteliği göz önüne alındığında, arabulucuların bu alandaki uzmanlıkları uyuşmazlıkların çözümünü de kolaylaştıracak ve arttıracaktır.

Enerji uyuşmazlıkları, nitelikleri gereği arabuluculuk başta olmak üzere alternatif uyuşmazlık yolları ile çözümlenmesi tarafların menfaatine olan uyuşmazlıklardandır.

ELEKTRİK PİYASASINDA ARABULUCULUK

Elektrik tedarik sözleşmeleri, en genel anlamda elektrik sağlayan işletme ile abone arasında akdedilen sözleşmedir. Bu çerçevede elektrik tedarik sözleşmesi, hem toptan üretici ile tedarikçi arasındaki sözleşmeleri, hem tedarikçi ile son tüketici arasındaki sözleşmeleri, hem de şebeke işletmecisi ile kullanıcı arasındaki sözleşmeleri ifade etmektedir. Diğer bir deyişle elektrik tedarik sözleşmeleri sisteme bağlantı, sisteme erişim ve elektrik satışını içeren tek bir görünüm arz ederken, Elektrik Piyasası Kanunu ile tarafları, konusu, hüküm ve şartları farklı sözleşme tipleri oluşturulmuştur. Bu kapsamda, elektrik tedarik sözleşmeleri, “ikili anlaşma”, “perakende satış sözleşmesi” ile “bağlantı ve sistem kullanım anlaşması”dır. İkili anlaşmalar, 6446 sayılı Kanunda “Gerçek ve tüzel kişiler arasında özel hukuk hükümlerine tabi olarak, elektrik enerjisi ve/veya kapasitenin alınıp satılmasına dair yapılan ve Kurul onayına tabi olmayan ticari anlaşmalar” şeklinde tanımlanmıştır. Böylece, tanımda da bu anlaşmaların özel hukuk hükümlerine tabi olduğu açık bir şekilde ortaya konulmuştur. (6446 sayılı EPK, m.3/j) Perakende satış sözleşmesi, Kanunda hakkında herhangi bir tanıma yer verilmemiş olmakla birlikte, Elektrik Piyasası Tüketici Hizmetleri Yönetmeliği’nde (“EPTHY”) “Bağlantı anlaşması mevcut olan kullanım yeri için, görevli tedarik şirketi ile tüketiciler arasında ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde, perakende satış tarifesi veya son kaynak tedarik tarifesinden elektrik enerjisi ve/veya kapasite temini ile hizmet alımına yönelik olarak yapılan faaliyetlere ilişkin koşul ve hükümleri kapsayan sözleşme,” şeklinde tanımlanmıştır. Dolayısıyla perakende satış sözleşmesi de özel hukuk hükümlerine tabi bir sözleşmedir. Bu sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar alternatif çözüm yöntemi olan arabuluculuğa elverişlidir.

Elektrik Enerjisi fonksiyonel olarak Üretim, İletim, Dağıtım, Elektrik Arzı, Elektrik Tedariği olmak üzere bölümlere ayrılmıştır. Bu konuda özel Elektrik Piyasası Kanunu, İkincil Mevzuat ve Yönetmelikler çıkarılmıştır.Elektrik alanındaki enerji  sözleşmeleri elektriğin üreticiden alınarak tüketiciye taşınmasını konu almaktadır. Mesele zorunlu arabuluculuk bakımından değerlendirildiğinde ise düzenleyici işlemler dışında kalan ve adli yargıda görülebilen uyuşmazlıkların arabuluculuğun kapsamına gireceği kanaatindeyiz.

PETROL PİYASASINDA ARABULUCULUK

Akaryakıt, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu m. 2’de, tanımlar ve kısaltmalar başlıklı bölümde tanımlanmıştır. Bu tanımda; akaryakıtın, “benzin türleri, nafta (hammadde, solvent nafta hariç), gazyağı, jet yakıtı, motorin türleri, fuel-oil türleri ile Kurum tarafından belirlenen diğer ürünleri” ifade ettiği düzenlenmiştir. PPK’ye göre bu alanda yapılacak faaliyetler rafinaj, işleme, madeni yağ üretimi, depolama, iletim, serbest kullanıcı ve ihrakiye faaliyetlerinin yapılması ve bu amaçla tesis kurulması ve/veya işletilmesi, akaryakıt dağıtımı, taşıması ve bayilik faaliyetlerinin yapılmasıdır.

Akaryakıt piyasasında faaliyet gösteren rafineri, dağıtıcı ve bayilerin arasında birçok sözleşme yapılır. Genel bayilik sözleşmelerinden farklı olarak aracılar, tedarikçiler, perakendeciler, toptancılar akaryakıt bayilik sözleşmesine taraf olamazlar. Nihai tüketiciye akaryakıt sağlama yetkisine sahip lisanslı bayiye, sadece lisanslı dağıtım şirketi akaryakıt tedarik edebilir. Bunun sebebi PPK m.8 hükmüdür. Gerçekten de söz konusu hükme göre kanuni zorunluluk gereği bayilik sözleşmesinin tarafları sadece dağıtım şirketleri ve bayiler olabilir. Bu hüküm emredici nitelikte olup taraflar aksini kararlaştıramazlar. Bu sebeple, akaryakıt bayilik sözleşmesinde sözleşmenin karşı tarafını seçme özgürlüğünün sınırlandırılmış olduğu söylenebilir. Sözleşme özgürlüğünün sınırlandırıldığı bu gibi durumlarda belirli koşullara sahip kimseler ile sözleşme yapma zorunluluğu bulunmaktadır. Buna göre bayi, lisanslı bir dağıtıcı ile, dağıtıcı ise lisanslı ve herhangi bir dağıtım şirketi ile anlaşması olmayan bayi ile bu sözleşmeyi akdedebilir.

Yukarıda açıklanan bilgiler ışığında, akaryakıt dağıtım modelinde PPK ile emredici hükümler getirildiği görülmektedir. Bu emredici hükümlerin sebebi akaryakıtın yapısı, sanayi ve tüketimdeki önemi, arzına ilişkin problemler ve bu sebeple standardizasyonunun gerekliliği olarak sayılabilir. Bu sebeple akaryakıt konulu ilişkilerde tarafların sözleşmeözgürlüğünün sınırlandığını söylemek mümkündür. Özellikle diğer özel hukuk ilişkilerinden farklı olarak akaryakıt konulu sözleşmelerde tarafların hür iradeyle belirledikleri içerikler daha sınırlıdır. Örneğin; dağıtıcı sadece kendisi ile akaryakıt bayilik sözleşmesi olan bir bayiye akaryakıt tedarik edebilir ve bu bayinin de öncelikle lisans sahibi olması gerekir. Bayide sadece sözleşme ile dağıtım ağına dahil olduğu dağıtıcıdan ürün tedarik edebilecektir. Bu durum sözleşmenin karşı tarafını seçme özgürlüğünün sınırlandığını göstermektedir. Ayrıca akaryakıt dağıtım ilişkisinde sözleşmenin muhtevasına doğrudan etki eden birtakım emredici hükümler de yer almaktadır. Örneğin, dağıtım lisansı sahipleri esas faaliyetlerine ilişkin tip sözleşme örneklerini ve bunlarda yapılacak değişiklikleri yürürlüğe koymadan önce EPDK’ye bildirmekle yükümlüdürler. Bu yükümlülük gereğince, akaryakıt dağıtım şirketlerinin bayilerle yapmak üzere hazırladıkları tip (standart) sözleşmeleri (bayilik sözleşmeleri ve protokolleri) kuruma bildirilmeleri gerekir. Hatta tip sözleşmelerde yapılan değişiklerin de kuruma bildirilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Daha önceden kuruma bildirilen tip sözleşmeler üzerinden anlaşılması açıkça sözleşme özgürlüğüne müdahale niteliği taşımaktadır. Fakat tarafların esas sözleşme dışında ek protokoller ile kendi menfaatlerine uygun karşılıklı müzakere sonucu anlaşmalar yaptıkları da unutulmamalıdır.

Akaryakıt dağıtım sözleşmelerinde, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri ve bu sebeple arabuluculuğa elverişli uyuşmazlıklar şunlardır:

-Akaryakıt dağıtım şirketleri ile bayiler arasındaki sözleşmelerde yer alan asgari alım miktarının azaltılması veya artırılması, Petrol Piyasasında Arabuluculuk

-Asgari alım miktarlarından kaynaklanan cezai şart talepleri,

-Dağıtıcının mevzuata uygun ve talebi karşılayacak nitelikte akaryakıt tedarik etmemesinden kaynaklanan ihlaller,

-Tek elden satın alma yükümlülüğünün ihlalinden kaynaklanan uyuşmazlıklar,

-Dağıtıcının bilgi verme yükümlülüğünü ihlal etmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklar,

-Dağıtıcının ve bayinin sadakat yükümlülüklerinin ihlal etmeleri sebebiyle ortaya çıkan talepler,

-Akaryakıtın satış fiyatının belirlenmesi bakımından taraflar arasındaki uyuşmazlıklar,

-Bayinin kendisi tarafından temin edilen arazi üzerindeki verilen intifa hakkından kaynaklanan uyuşmazlıklar,

-İstasyonda satılacak ürünler ve sunulacak hizmetler ile istasyon içerisinde yer alan marketin işletilmesi açısından bayi ile dağıtıcı arasındaki uyuşmazlıklar,

-Dağıtıcı ile bayi arasındaki sözleşmenin sona erme sebepleri ve sona ermenin sonuçları bakımından ortaya çıkan talepler.

MADEN PİYASASINDA ARABULUCULUK

Madenler devletin hüküm ve tasarrufu altında olup bunların aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet, bu tasarrufu kamu iktisadi kuruluşlarına veya gerçek ve tüzel kişilere belli süreler için devredebilir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 168. maddesi uyarınca devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kaynaklar, sahip oldukları ekonomik ve stratejik önem nedeniyle, Medeni Kanun, Borçlar Kanunu gibi mevzuat hükümlerinin uygulanma alanı dışında tutulmak suretiyle özel ve ayrı bir yasa ile düzenlenmesi öngörülmüştür.

Anayasal bu hükme dayalı olarak 3213 sayılı Maden Kanunu 15.06.1985 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 16.02.1994 tarihinde Bor Tuzları, Trona ve Asfaltit Madenleri ile Nükleer Enerji Hammaddelerinin İşletilmesini, Linyit ve Demir Sahalarının Bazılarının İadesini Düzenleyen Kanun’un bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 3971 sayılı Kanun yürürlüğe girerek bu alan Maden Kanunu dışında tutulmuş ve ayrı bir düzenlemeye tabi tutulmuştur. 3971 sayılı Kanun ile 2840 sayılı Kanun’un 2. maddesi değiştirilerek; “Bor tuzları, uranyum ve toryum madenlerinin aranması ve işletilmesi Devlet eliyle yapılır” hükmü getirilmiştir. Böylece, trona ve asfaltit madenlerinin özel sektör tarafından aranması ve işletilmesine olanak sağlanmıştır. 05.06.2004 tarihinde 5177 sayılı Kanun yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 5177 sayılı Kanun, 15.06.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3213 sayılı Maden Kanunu’nun bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmış, bazı maddeleri değiştirilmiştir. 15.06.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3213 sayılı Maden Kanunu yanında bu Kanuna dayalı olarak çıkarılan ve 22.08.1985 tarih ve 18850 sayılı RG’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Maden Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik” ile uygulamaya yön verilmiştir. 21.06.2005 tarih ve 25857 sayılı RG’de yayımlanan Madencilik Faaliyeti İzin Yönetmeliği ile izin işlemleri yürütülmüştür. 5177 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenlemeler kapsamında da 03.02.2005 tarih ve 25716 sayılı RG’de yayımlanan “Maden Kanunu Uygulama Yönetmeliği” ne göre maden faaliyetleri sürdürülmüştür.75 06.11.2010 tarih ve 27751 sayılı RG’de yayımlanan Madencilik Faaliyeti Uygulama Yönetmeliği yürürlüğe girmiştir. Ayrıca hâlen 21.09.2017 tarih ve 30187 sayılı RG’de yayımlanan Maden Yönetmeliği ile; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hüküm ve tasarrufu altında olan ve içerisinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi olmayıp, Devletin mülkiyetinde olan maden kaynaklarının, milli menfaatlere uygun olarak aranması, işletilmesi, geliştirilmesi ve üretilmesi amacıyla gerçek ve tüzel kişilere Bakanlık tarafından belli bir süreyle hak verilmesi için 04.06.1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun uygulanması esasları belirlenmiştir. En son 14.02.2019 tarihinde 7164 sayılı Maden Kanunu, Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile birtakım değişiklikler yapılmış ve yetkili idare Maden İşleri Genel Müdürlüğü; MAPEG şeklinde yeniden organize edilmiştir.

Madencilikle ilgili hukuki sorunlar, ruhsat ve maden izinleri, kamulaştırma gibi idari işlem ve/veya sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklar idari yargıda görülmekte ve çözümlenmektedir. Bunun yanında yap-işlet-devret sözleşmelerinde veya kamu imtiyazı sözleşmelerinde ise tahkim yolu ile çözüm mümkün olmaktadır. Madenlerin aranması ve işletilebilmesi için verilecek olan ruhsatlar, idarenin tek yanlı iradesiyle tamamlanan bireysel idari işlem konumundadırlar; Devlet, bu izinle kendi hüküm ve tasarrufu altında bulunan madenlerin, aranması ve işletilmesi için özel kişilere, birtakım yetkiler vermektedir; dolayısıyla bu bağlamda ortaya çıkacak uyuşmazlıklarda da görevli yargı yerleri idari yargı yerleri olacaktır. Ayrıca, işletme ruhsatı süresince işletme faaliyetleri için gerekli olan özel mülkiyete konu taşınmazın, kamu yararının varlığı hâlinde idarece kamulaştırılması tipik bir idari işlemdir; bu işlemin iptali için açılacak olan davalarda da görevli yargı alanı idari yargıdır. Maden haklarının devri, maden haklarının miras yoluyla intikali, maden cevherinin rehni, maden ipoteği ve maden kirasından doğan uyuşmazlıklarla, konulan haciz ve ihtiyati tedbirler ile bir madenin icra yoluyla satışı sebebiyle ortaya çıkan uyuşmazlıklar adli yargının görevindedir. Bu noktada şüphesiz maden işletme hakkı sahibi ile işletmede çalışanlar ve üçüncü kişiler arasındaki uyuşmazlıklar adli yargıda, iş mahkemelerinde görülmesi ve çözülmesi gereken uyuşmazlıklardır. Bunun yanında, kamulaştırma bedelinin tespiti istemlerini ve kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat istemlerini karara bağlamak da adli yargının görev alanı içerisine girmektedir. Maden hukuku uyuşmazlıklarının farklı uzmanlık yargı yerince çözüme kavuşturulması ve her bir uyuşmazlık türünde sağlanması gereken hukuki sonucun birbirinden farklı olması; uyuşmazlıkların çözümünde, farklı yargılama usulleri ve ilkelerinin olması nedeniyle yargısal uyuşmazlık yolu dışında farklı alternatif uyuşmazlık yolları aranmaktadır. Maden hukuku uyuşmazlıklarının çözüme kavuşturulmasında serilik ve verilecek kararlarda sağlıklı çözümler üretilmesi için arabuluculuk yoluna başvurulması makul bir çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle uyuşmazlıkların nitelikleri ve özelliklerinin gerektirdiği, genel ilkelerden ve kurallardan hareketle arabuluculuk yönteminin esneklik göstererek madenlere ilişkin uyuşmazlıkların çözümünde teknik müşavirleri, maden hukuku uzmanları, madencilik konusunda uzman olan, işin teknik ve ekonomik boyutunu bilen kişilerin katılmasına olanak sağlayabilmektedir. Bu noktada yukarıda aktarılan adli yargıda görülen uyuşmazlıklar bakımından arabuluculuğa elverişliliğinin ele alınması gerekmektedir. Madenlerin miras yolu ile intikali, maden cevherinin rehini, maden ipoteği, haciz ve ihtiyati tedbirler, madenin icra yolu ile satışından kaynaklanan uyuşmazlıkların görüm ve çözüm görevi ise adli yargıya aittir. Madende çalışanlarla, işverenleri arasındaki sorunlar ise adli yargıda iş mahkemelerinde görülmektedir. Rödövans sözleşmelerinde çıkan hukuki uyuşmazlıklarda ise adli yargı görevli bulunmaktadır. Özel hukuk tüzel Kişiliğine sahip kamu teşebbüslerinin borç, alacak ve diğer uyuşmazlıkları konusunda da ticaret mahkemeleri yetkilidir.

Ruhsat sahalarındaki madenlerin üretilerek değerlendirilmesi amacıyla üçüncü kişilere veya kuruluşlara tasarruf hakkı sağlamak üzere ruhsat sahasının tamamı ya da bir kısmı için ruhsat sahiplerinin bu kişilerle yapmış oldukları sözleşmeler “Rödövans Sözleşmesi” olarak adlandırılmaktadır. Rödövans sözleşmesinde idare ile ruhsat sahibi ve rödövansçı arasındaki hukuki ilişkiye idare hukuku; rödövansçı ile ruhsat sahibi arasında hukuki ilişkiye ise idare hukuku ilke ve kuralları dışındaki özel hukuk ilke ve kurallarının uygulandığı söylemek gerekir

Bu uyuşmazlıklardan özellikle rödövans sözleşmelerinin, rödövansçı ile ruhsat sahibi arasındaki uyuşmazlıkların arabuluculuğa elverişli olduğu kanaatindeyiz.